Tabiata Tasavvufi Bakış
İNSAN RUHUNA ŞİFA
Doğanın Melodisi
Senem Gül
Gözlerimizi kapatıp kendimizi doğanın sesine bıraktığımızda ruhun derinliklerine işleyen o müstesna melodiyi ve kâinatın ahenkle örülmüş senfonisini duyabiliriz. Her tını, gizli bir sır gibi süzülür; her ses, iç dünyamızda sessiz bir rehber gibi yol gösterir. Bu engin orkestrada her enstrüman, kendi frekansını taşır, kendi karakterini fısıldar. Evrenin her varlığı, Allah’ın Esma’sının şehadet alemindeki yansıması olup her bir tezahür, O’nun kudret ve güzelliğinin işitilebilir tecellisidir. Nitekim Kur’an, “Onu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur fakat siz onların tesbihini anlamazsınız” (İsrâ 17:44) buyurarak her varlığın kendine has zikrini ve sesini hatırlatır. Mesela kuşların cıvıltısı, kalbin en saf köşelerinde yankılanan neşenin flütü; rüzgârın yapraklarla dansı, sanki keman teli gibi titreşen ruhun ince dokunuşudur. Suyun akışı berrak bir piyano misali, varlığın gizli sırlarını açığa çıkarırken tarladaki başakların hışırtısı ise hafif bir yaylı tınısı gibi kalpte dinginlik oluşturur. Her bir ses her bir titreşim insanın iç dünyasında birer aynadır; ruhun dengesiyle buluşur, kalpte saklı huzuru hatırlatır. Doğa adlı ilahi kanun, sessiz ama derin bir mürşittir; fısıldadığı her ezgi, fıtratla uyumun ve varoluşun dilidir, gönle ulaşan bir nur gibidir.
Tüm varlık alemi adeta Rahman’ın nefesi, ses ve frekanslar ise bu nefesin titreşimleridir. İbn Arabî’ye göre kâinat bir ilahi şiir, her varlık bir mısra, her ses ise o şiirin kafiyesidir. Kötü ses, bu ahengi bozan yanlış bir nota gibidir; insan ruhunun huzurdan kopmasına sebep olur. Kur’an’da da bu konuya işaret edilir:
‘‘Ve yürüyüşünde mutedil ol ve sesini indir. Muhakkaktır ki, seslerin en çirkini, elbette ki eşeklerin sesidir’’ (Lokman 31:19). Bu ayet, sadece eşek sesini kastetmekle kalmaz aynı zamanda insanın çevresindeki rahatsız edici ve ahenkten uzak seslere karşı farkındalığını hatırlatır, ruhun huzuru için seslerin seçici ve ölçülü kullanılmasının önemini vurgular.
Kur’an-ı Kerim’de kalplerin mutmain olmasının sırrının Allah’ı zikretmek olduğu ifade edilir.
“Bilesiniz ki kalpler ancak Allah’ı zikretmekle mutmain olur” (Ra’d 13:28). Bu ayeti sadece dil ile yapılan zikir olarak değil, varlık ile temas eden her duyunun zikir kapısı olduğu şeklinde de anlayabiliriz. Çünkü Allah’ı anmak yalnızca kelimelerde olmaz. O her bir tecellinin şahitliğinde gerçekleşir. Mesela göz baktığında bir çiçeğin simetrisinde, gökyüzünün enginliğinde, suyun berraklığında ilahi sanatın nakışlarını görür. Her manzara bir ayettir; rengiyle, biçimiyle, uyumuyla Yaratıcı’yı zikreder. Kulak duyduğunda rüzgârın uğultusu, kuşun nağmesi, yağmurun ince taneleri hep aynı kaynağın sesini taşır. Bu sesler, insanın ruhunda ilahi bir hatırlatma gibi titreşir. Burun, yağmurla buluşan toprağın kokusunu, çiçeklerin mis gibi rayihasını aldığında bunlar ona rızkın gerçek sahibini hatırlatır. Dil tattığında tatlı ile acı arasındaki dengeyi kuran kudretin varlığına şahit olur. Ten dokunduğunda bir su damlasının serinliğini, bir taşın pürüzlülüğünü, bir yaprağın yumuşaklığını derinden hisseder. Bir müzisyenin enstrümanının akordunu yaparak doğru frekansı yakaladığı gibi insan da kendi ruhunun frekansını ilahi nizama uyumlu hale getirdiğinde kâinatla ahenk içinde bir iletişim kurar. Hz. Süleyman’ın (as) kuşlarla konuşması, Hz. Davud’un (as) dağlarla zikri, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) bütün varlıkla irtibatı bu hakikatin en parlak örnekleridir. İşte bu sır, varlıkların yalnızca maddi değil, aynı zamanda frekans boyutunda da iletişim halinde olduğunu gösterir.
Frekans bir kanundur. Bu kanuna, hayatın her safhasındaki benzer fiiller bağlıdır. Bunlar da bir Mukannin’in [kanun koyucu] varlığını ispat eder.
Tüm bu gerçekler Bediüzzaman tarafından; zerrelerin hareketi başta olmak üzere, kâinattaki tasarrufat-ı İlâhiye’nin; Levh-i Mahv ve İspat’ta, kudret kelimelerinin yazılması için harekât ve manidar ihtizazat [titreşim, frekans] olarak yorumlanır. Bu yorum içinde gaybî âlemlerden görünen âlemlere varlıkların çıkması da ihtizaz yani frekans olarak ifade edilir.
İnsan ruhunun doğadaki diğer varlıklarla frekans yönünden etkileşimini anlamak için önce ruhu tanımak gerekir. Ruh, tasavvufî bakışta ilahi nefesin bir yansımasıdır; görünmez ancak varlığı en güçlü biçimde hissedilen bir sırdır. İçsel titreşimi, Yaratıcı’nın isimlerinin frekanslarıyla ahenk içinde olduğunda doğanın her bir sesiyle de derin bir diyalog kurar. Bunun temelinde yatan gerçek, modern bilimde “beyin dalgalarının dış uyaranlara senkronize olması” (brainwave entrainment) olarak adlandırılır. Uygulamalarda delta, theta, alpha, beta ya da gamma frekansları hedeflenerek meditasyon, odaklanma ve rahatlama gibi zihinsel durumlar tetiklenebilir [1]. Seslerin insan üzerindeki etkisi yalnızca estetik bir haz değil, aynı zamanda fizyolojik ve psikolojik bir düzenleyicidir. Yapılan çalışmalara göre doğadaki sesler (kuş cıvıltısı, rüzgâr, suyun akışı) insan zihnini dinginleştirirken yapay gürültü, ruhu yoran ve frekans uyumunu bozan bir etki bırakmaktadır. Orman sesine maruz kalma, şehir sesine maruz kalmaya kıyasla şu önemli farklılıklara yol açmıştır: Sağ prefrontal kortekste oksi-Hb konsantrasyonlarında azalma, ln (LF/HF) azalması, kalp atış hızında azalma; rahat, gevşemiş ve doğal olarak tanımlanan duygularda iyileşme ve ruh hali durumlarında iyileşme. Bu çalışmanın bulguları, orman kaynaklı işitsel uyarımın fizyolojik ve psikolojik rahatlama etkileri yarattığını göstermiştir [2].
Kuran’da Hz. Davud’un (as) dağlar ve kuşlarla birlikte yaptığı tesbih şöyle anlatılır:
‘‘Andolsun biz Dâvûd’a tarafımızdan müstesna bir lütufta bulunduk. “Ey dağlar! Onunla birlikte tesbih edin. Ey kuşlar! Siz de!” dedik ve onun için demiri yumuşattık.” (Sebe 34:10).
Buradaki tesbih ifadesi, sadece Davud’un güzel sesini değil, aynı zamanda doğa ile kurduğu frekans uyumunu da işaret eder. O’nun sesiyle dağların ve kuşların tesbih etmesi, bir rezonans hali olarak yorumlanabilir. Tasavvuf geleneğinde dağ, orman, dere kenarı gibi tabiat mekânlarının seçilmesi tesadüf değildir. Çünkü doğa, insanı kendi asli frekansına döndürür. Gürültü ve yapay seslerden uzaklaşıldığında ruhun derin titreşimi duyulur. “Halvet der encümen” yani kalabalık içinde bile yalnızlık, önce tabiatın sükûnetinde öğrenilir. Kuşların ötüşü, rüzgârın uğultusu, suyun şırıltısı zikrin fon müziği gibidir; kalbi huşûya hazırlar. Mesela Mevlânâ, Mesnevî’ de kamışın ney oluş hikâyesini anlatır. Kamış, kökünden koparılmıştır ve ney olunca içinden çıkan ses, aslından ayrılığın iniltileridir. Bu hem ruhun asıl vatanı olan Allah’a özlemini hem de doğanın varlık dilini anlatır. Kamış, insana “Benim sesim bir feryat, aslında senin özleminin tercümanıdır” der. Ney sesinin frekansı insanın nefesinin frekansıyla birleşince neyden çıkan ses, aslında tabiatın ve ruhun ortak dili olur. Modern bilim açısından bakarsak neyde çıkan sesler belirli titreşim dalgalarıdır; insanın nefesi bu dalgalara yön verir. Bu titreşimler insan kulağıyla buluştuğunda ruhla rezonansa girer. O yüzden ney sesi dinleyen insan, sadece bir müzik değil; ruhunun derinliklerinde bir yankı hisseder.
Ses, Allah’ın mahlûkata lütfudur; insanın algı eşiği de O’nun rahmetinin bir tezahürüdür. Eğer bu ses eşiği olmasaydı her şey insan için ölçüsüz ve kaotik olurdu. Dünya’nın dönüşünü, yerkabuğunun sürekli hareketini ve tüm varlıkların titreşimlerini aynı anda işitseydik yaşam neredeyse katlanılmaz olurdu. Öte yandan tüm evren sessiz kalsaydı, yaratılışın tecellisi de fark edilemezdi. İnsan zihninin mutlak sessizlik için tasarlanmadığı deneylerle ispatlanmıştır. Minnesota’daki Orfield Laboratuvarlarında bulunan dünyanın en sessiz odası, anekoik odadır ve burada arka plan gürültüsü negatif desibel seviyelerinde ölçülmektedir. Bu ortamda insanlar kalp atışlarını, kan akışını ve eklem hareketlerini duyabilirler. Birçok kişi, bu sessizlikte denge ve yön duygusunu kaybettiğini bildirmiştir. Bu deney, insan zihninin mutlak sessizliğe nasıl tepki verdiğini ve çevresel uyarıcılardan yoksun kaldığında nasıl algılama süreçlerinin değiştiğini bilişsel verilerle açıklamıştır. [3]
İlahi bir lütuf olan ve mahiyeti tam olarak idrak edilemeyen ses, bütün canlıların birbirleri ile iletişim kurabilmeleri ve birbirlerini anlayabilmeleri için temel bir unsur ve önemli bir ihtiyaçtır. İnsanlar kendi aralarında lisan-i kal (söz dili) ile birbirleriyle iletişim kurarken diğer canlılar da birbirleriyle lisan-i hal (hal dili) ile (Neml 27:18) iletişime geçerler. Ancak ehli kalp ve keşf sahipleri için bu sınırlar ortadan kalkar. Onlar, ruhlarının frekansını Yaratıcı’nın kudretiyle uyumladıklarında tüm varlık aleminin sesini işitebilir ve anlayabilirler. Kalbi temiz ve farkındalığı yüksek kişiler de ruh kulaklarını tamir edebildiklerinde normalde duyamadıkları diğer varlıkların seslerini fark edebilirler. Tıpkı Hz. Süleyman’ın (as) kuşların dilini anlayabilmesi, karıncanın korkusunu ve sözsüz mesajlarını duyması veya Yunus Emre’nin bir çiçeğin Allah’ı zikredişini hissedebilmesi gibi.
Modern dünyada, dünyanın doğal ses dengesi bozulmakta ve insanın doğayla kurduğu ince ahenk kopmaktadır. Şehirlerdeki inşaat ve yol çalışmalarının rahatsızlık verici sesi, caddelerde yankılanan kornalar, eğlence mekanlarının keskin ritimleri, kalabalıkların kaotik uğultusu ve sayısız başka etken dünyayı sürekli bir gürültü denizine dönüştürüyor. Bu süreklilik içinde insan ruhu kendini dinleme fırsatını yitirmekte; içsel sessizlik ve dinginlik yerini kaygı, gerginlik ve sabırsızlıkla dolu bir hâle bırakmaktadır. Zihin, sürekli uyaranlara maruz kaldıkça anksiyete ve huzursuzluk kaçınılmaz oluyor; insanlar bu çalkantıyı yatıştırmak için çoğu zaman ilaçlara yöneliyor. Fakat bu geçici teskin, asıl sorunu çözmek bir yana, ruhun doğal ritmini daha da bozmakta, insanın kendi iç dünyasında kaybolmasına neden olmaktadır. Doğanın sakin melodileriyle ruhunu yeniden ahenk içinde bulacak zamanı olmayan insan hem kendini hem de evrenle kurduğu ince uyumu kaybetmektedir. Birçok kişi şehirlerden köylere yerleşmekte ve tabiatla daha çok içli dışlı olmak istemektedir. Şehirlerdeki gürültülü müzik altında kahve yudumlamayı, bir dere kenarında uzanmaya tercih etmektedir. İnsan, doğanın frekanslarıyla yeniden buluşmadıkça ruhun kayıp senfonisi tamamlanamaz. Sessizlik, düşünce ve tefekkür alanını açar; doğanın sesleri, ruhun titreşimlerini onarır ve insanı hem kendisiyle hem de evrenle barıştırır. İlahi kanun olan doğa, sessiz bir öğretmendir. Her kuş, her rüzgâr, her su damlası Allah’ın kudretinin ve rahmetinin frekansını yansıtarak ruhu dengeler ve huzura davet eder.
Kaynaklar:
- Wikipedia contributors. (2025, May 24). Brainwave entrainment. In Wikipedia. Retrieved August 16, 2025, from https://en.wikipedia.org/w/index.php?title=Brainwave_Entrainment&oldid=1291887786
- Jo, H., Song, C., Ikei, H., Enomoto, S., Kobayashi, H., & Miyazaki, Y. (2019). Physiological and psychological effects of forest and urban sounds using high-resolution sound sources. International Journal of Environmental Research and Public Health, 16(15), 2649. https://doi.org/10.3390/ijerph16152649
- Orfield Laboratories. (n.d.). Dünyanın en sessiz odası: Orfield anekoik odası. Orfield Laboratories. https://www.orfieldlabs.com/visit/experiences