Canlılar Arası Ekolojik Denge
Prof. Dr. Zafer Ayvaz
Ekolojik Denge: Dış Düzenin İç Ahlakı
Ekolojik denge; türlerin, habitatların ve çevresel unsurların karşılıklı etkileşimiyle oluşan dinamik bir uyum sistemidir. Ancak bu denge sadece biyolojik değil, aynı zamanda ahlakî bir düzendir. Her varlık, yerini bilir. Haddini aşmaz. Fazlasını almaz. Vermesi gerekeni verir. Bu tavır, doğaya değil; insan davranışına örnek olacak niteliktedir.
Kur’an’da geçen “mîzan” (ölçü/düzen) kavramı, yalnızca fiziksel değil; ahlaki sorumluluk bilincine de işaret eder: “Gökleri O yükseltti ve mîzanı O koydu. Sakın dengeyi bozmayın.” (Rahmân, 55/7–8) Ekolojik denge, doğadaki canlı ve cansız varlıklar arasındaki karşılıklı denge, döngü ve etkileşim sistemidir. Bu sistem, sadece biyolojik bir gerçeklik değil; aynı zamanda ilahi bir adaletin yansımasıdır. İnsana düşen görev, bu dengeyi korumak, müdahale ederken sınırlarını bilmek ve doğayla sorumluluk ilişkisi kurmaktır. Aksi takdirde müdahale zulme, teknoloji tahribata dönüşür.
Türler Arası İlişki: Rekabetten Çok Dayanışma
Ekosistemler çoğu zaman “doğal rekabet” üzerinden anlatılsa da, doğada dayanışma, yardımlaşma ve simbiyotik ilişkiler daha baskındır:
- Mantar ve ağaç kökleri birlikte yaşar, karşılıklı besin takası yapar (mikorizal yaşam).
- Arılar ve çiçekler, karşılıklı ihtiyaç ilişkisi kurar.
- Leşçil hayvanlar, doğal temizlik görevi görür.
- Azot bağlayıcı bakteriler, toprağa hayat verir.
Bu işleyiş, sadece biyolojik değil; vicdani bir ders gibidir:
Her canlı hem alır hem verir. Ve hiçbir tür, kendisi için yaşamaz. Bu, doğada bir bencillik değil, hizmet ahlakı olduğunu gösterir.
İnsan, Dengenin Parçası mı Bozucusu mu?
Doğa kendi içinde dengedeyken, insanın müdahalesi bu dengeyi kolayca sarsabiliyor:
- Ormanlar kesiliyor,
- Sular kirletiliyor,
- Türler yok oluyor,
- İklimler değişiyor…
Tüm bunlar, insanın doğaya sadece “kullanılacak kaynak” olarak bakmasından doğuyor.
Kur’an’da açıkça uyarılır: “Yeryüzünde bozgunculuk yapmayın.” (Bakara, 2/60)
“İnsanların elleriyle işledikleri yüzünden karada ve denizde fesat çıktı.” (Rum, 30/41)
Bu ayetler, çevresel tahribatı ahlaki bir sorumsuzluk olarak tanımlar, ekolojik bozulmalara karşı doğrudan bir uyarıdır.
Modern çevre krizlerinin temelinde insanın doğayı kendi çıkarına göre şekillendirme arzusu yatıyor. Ormanlar kesiliyor, denizler kirletiliyor, türler yok oluyor. Oysa doğa sadece “kaynak” değil; aynı zamanda kutsal bir emanettir. İslam’da insan doğanın “efendisi” değil; onun halifesi (koruyucusu ve yöneticisi) olarak tanımlanır. İnsanın aşırılığı, sadece doğayı değil; kendini de tüketir. Çünkü doğayla birlikte yaşanmaz; doğayla bir bütün olarak var olunur.
Tevhid ve Ekoloji: Bütüncül Bir Varlık Algısı
Tevhid inancı, Allah’ın birliğini kabul etmenin yanında, yaratılmış her şeyi aynı kaynaktan bilme anlayışıdır. Tevhid inancı, sadece metafizik değil; ekolojik bir hakikattir de. Tüm canlılar, aynı yaratıcıdan gelir. Aynı toprağı paylaşır, aynı suyu içer, aynı atmosferi solur. Bu ortaklık, bir tür yaratılış kardeşliğidir.
Bu kardeşlik şunu öğretir:
- Hiçbir canlı değersiz değildir.
- Her tür, bir işlevle yaratılmıştır.
- Her canlı, Allah’ın bir isminin tecellisidir.
Bu da doğada bir hiyerarşi değil; kardeşlik doğurur:
- Toprak, su, hava bizim gibi Allah’ın mahlukudur.
- Arı da, ot da, tilki de; Allah’ın bir ismini tecelli ettirir.
- Hepsiyle ortak bir yaşam ağı içinde bulunuruz.
Bu anlayış insanı doğanın “efendisi” değil; emanetçisi yapar.
Bir kurbağayı yok etmek, bir ekosistemi sarsmak anlamına gelebilir. Bu da bütüncül bir sorumluluk bilinci gerektirir.
Çevre Ahlakı: İbadet Kadar Kutsal Bir Sorumluluk
Doğaya zarar vermemek; sadece iyi bir davranış değil, imanî bir bilinçtir.
- Su israfı, nimetin hor görülmesidir.
- Ağaç kesmek, sadece ekosistemi değil; bereketi de zedeler.
- Toprağa zarar vermek, nesillere ihanettir.
Bu, sonuçtan değil; sorumluluktan yola çıkan bir duruştur. Çevre korumak; sadece yasal ya da akademik bir mesele değil; aynı zamanda imanî ve ahlakî bir ödevdir.
Bir ağacı dikmek, bir canlıyı korumak, suyu israf etmemek… Bunların hepsi, manevî karşılığı olan eylemlerdir.
Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurur: “Kıyamet kopsa bile elinizde bir fidan varsa onu dikin.” Bu söz, çevreye yönelik tavrın vazifeye değil, değer temelli bir duruşa dayandığını gösterir. Çünkü her eylemimiz, ya hayatı onarır ya da tahrip eder.
Sonuç: Ekoloji, Ahlakın Aynasıdır
Ekolojik denge, sadece biyolojik bir zorunluluk değil; ahlakî bir çağrıdır.
Her canlının yaratılış amacı vardır, her türün bir görevi… Ve insan, bu zincirin merkezinde değil; dengede sorumlu bir halkasıdır. Çünkü doğayı korumak, aslında hayatı, vicdanı ve imanı korumaktır. Canlılar arası denge, sadece biyolojik değil; aynı zamanda ahlaki bir düzendir. Bu düzeni korumak, hak ve sorumluluk duygusuyla mümkündür.
Ekolojik ahlak, insana şunu öğretir: “Hayat, yalnızca senin değil. Ve doğa, senin mülkün değil.”
Kaynak:
Ayvaz, Z. (2025). Düşünce Hevenkleri. Lulu. https://www.lulu.com/shop/zafer-ayvaz/düşünce-hevenkleri/hardcover/product-nv9deee.html?q=Düşünce+Hevenkleri&page=1&pageSize=4