Birgi’de Zaman
Prof. Dr. M. Said Yüksel
Hakkında pek çok şey yazılıp çizilmiş olsa da Birgi’nin yeterince bilinip tanındığını söylemek zor. İzmir-Ödemiş’in artık bir mahallesİ olan bu belde, tarihten bir kesit sunuyor ziyaretçilerine.
Aydınoğulları Beyliğinin Başkenti Birgi
Sevilen dizilerden Yeşil Deniz’in çekimleri bu köyde yapıldı. Ama, köyün dizideki adı Yeşil Ova. Birgi‘yi çok iyi tanımayanların, dizideki şirin beldenin neresi olduğunu bilmeleri mümkün değil. Oysa, bu tarz filmler Birgi gibi tarihi kentlerimizin tanıtımında önemli rol oynayabilirler diye düşünüyorum. Dizide köy, bugün mahalle olsa da ben Birgi’ye kent diyorum. Zira sırtını Bozdağlar’a yaslamış bu yerleşim yeri, halen bir köy veya belde görünümünde olsa da, anıt yapılarıyla, vaktiyle Aydınoğulları Beyliğine başkentlik yapmış olmanın ağırlığını taşıyor hala.
Eskiden, şehir veya kent şu şekilde tanımlanırmış: “Suru bulunur, pazarı kurulur, cuması kılınır”.
Yani, bir yere şehir denilebilmesi için, surlu yerleşim olması, haftanın belli gününde pazarının kurulması ve cuma namazlarının kılınması için de bir büyük camisinin bulunması gerekirmiş. Birgi bu üç özelliğe de sahip olan bir kent, hatta başkent… Kalesinin suru ne yazık ki günümüze gelememiş. Fakat yer yer izlerini görmek hala mümkün. Cuma namazlarının kılındığı Ulu Cami ise Beylikler devrinin en güzel abidelerinden biri olarak dimdik ayakta.
Birgi, son yıllarda adeta bir seferberlik anlayışı içinde yeniden canlandı. Pek çok harap yapı restore edilerek, hayat buldu. Bu tarihi doku yeşil doğasıyla buluşunca kartpostallık görüntüler çıkıyor ortaya. Birgi’nin adeta bu yeniden doğuşunda, mahalle olmadan önceki son belediye başkanı olan M. Cumhur Şener’in emeği ve çabası anılmaya değer.
Bir gün yolunuz Birgi’ye düşerse,-ki mutlaka düşmeIi- buradaki gezinize Ulu Cami’den başlayabilirsiniz. 1312 yılında Aydınoğlu Mehmet Bey tarafından yaptırılmış bu eser, dıştan sırlı tuğlaların baklava desenleri oIuşturduğu minaresinin anıtsaIIığıyla dikkati çeker. Bir köşesindeki devşirme aslan heykeli ise başka bir camide görmediğimiz bir özellik olarak karşımıza çıkar. İçteki ahşap minberi ve çini mozaikli mihrabı da insani büyüleyecek bir sanat işçiliğini gözIer önüne serer. Camiden çıkınca, hemen yanındaki, bu eserin de banisi olan Mehmet Bey ve oğulIarının medfun oIduğu türbeyi ziyaret edip birer Fatiha göndermeyi unutmamalısınız.
Camiden çıkışta, hemen karşısında Ataullah Efendi Medresesi karşılayacaktır sizi. Sultan II. Selim’in hocası olan Ataullah Efendi tarafından yaptırılan medrese, İmam Birgivi Hazretleri tarafından da kuIIanılmış oIduğundan yapı daha çok onun adıyla anılıyor. Bugün çeşitli el sanatı ürünlerinin satıldığı küçük birer mağaza görünümünde olan önü revaklı odalar; içteki ocakları, küçük pencere ve kitaplık nişIeri ile bir zamanların eğitim yuvasından izler taşıyor. Medresenin önündeki küçük meydanda, Ulu Caminin güneyinde, özgünlüğünü kısmen yitirmiş görünen kubbesi kiremit örtülü Sultan Şah ya da diğer adıyla Ümmü Sultan Türbesi’ni göreceksiniz. Aydınoğlu Mehmet Beyin kız kardeşi Hanzade Hatun için yaptırılmış bu eseri ziyaret edip bir selamdan sonra, gezi güzergahınızı istediğiniz gibi belirleyebilirsiniz.
Fakat, Birgi’yi yaşamak, tarihi havasını koklamak için muhakkak yaya olarak gezmelisiniz. Yürüdüğünüz her adım başı, girdiğiniz her sokak sizin için bir sürpriz olabilir. Biraz ibretle bakıp, kulağınızı tarihin soluklarını duymaya verdiğinizde, sokakların oIuşumu, evlerin konumu ve biçimlenişi geçmişin komşuIuk ilişkilerden, insana olan saygıdan, huzur dolu yuvalardan birer mesaj fısıldar size. Birbirini ezmeyen, havasını, suyunu, manzarasını kesmeyen belki dünya evlerinin en insanisi kabul edilebilecek konutlar, bugün anıt yapılarla birlikte ender bir tarihi kent dokusunu oluşturuyor. İçlerine girmeyi denerseniz, onların her birinde büyük bir huzur ve sükun hissedebilirsiniz. Pek çoğunda, ferah sofalar, ahşap işlemeli dolap ve yüklükler, tavanları bezenmiş odalar sizi tarihin derinliklerine alıp götürecek, belki Yunus’un şu dizeleri takılacaktır dilinize: “Mal sahibi, mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi?…”
Mesela Çakır Ağa Konağı’nı bu gözle görüp, böyle düşünmeyi deneyebilirsiniz. Araziye uyumlu yapısıyla çok belirgin olmasa da içine girdiğiniz zaman bu yapı, her köşesinde heyecan dolu görsel bir şölen sunacaktır size. 19. Yüzyılda, deri tüccarı olan Çakıroğlu Şerif Ali Ağa tarafından yaptırılmış olan konak, ender Türk evi örneklerinden. Üç katlı olarak inşa edilen yapının zemin katı hizmet birimlerine ayrılmış. Dik merdivenlerle çıkılan ara katın daha çok kışlık, en üst katın ise yazlık mekanlar olarak tasarlanıp kullanıldığı anIaşılıyor. Ahşap işçiliği ve duvar resimleriyle bezenmiş iç mekanların her biri farklı bir süsleme kompozisyonu ile karşımıza çıkar. Bilhassa üçüncü katındaki şehir manzaralı duvar resimleri etkileyicidir. Derler ki, ÇakıroğIu’nun iki eşi vardı. Bunlardan biri İzmirli, diğeri İstanbullu idi. Memleket hasreti çekmesinler diye, hanımların odalarına memleketleri olan İzmir ve İstanbul manzaralarını resmettirmiştir.
Küçük bir yer olmasına rağmen, Birgi’de gezip görebileceğiniz o kadar çok eser var ki, tarihi doya doya yapmak isterseniz bir güne sığması zor. Fakat, unutulmaması ve görmeden geçilmemesi gerekenler var. Onlardan pek çoğu son yıllarda restore edilerek yeniden hayat buldu. Mesela, Derviş Ağa Medresesi, Çukur Hamam onların en önemlileri. Ama Küp Uçuranlar Kulesi de oldukça ilgi çekici. Dedik ya Birgi’nin her köşesi sürprizlerle dolu. Onların her birinin halk arasında ayrı bir hikayesi var. Fakat, burada onları size nakletme imkanım yok.
Birgi’ye gidip de Birgivi Hazretlerini ziyaret etmemek elbette vefasızlık olur. Birgi’de müderrislik yapmış, büyük bir alim olan imam Birgivi, şehrin dışında kendi adıyla anılan İmam Birgivi Kabristanı’nda mütevazi bir kabirde medfun bulunuyor. Osmanlı döneminde önemli görevlerde bulunmuş başka şahsiyetlerin mezarları olan bu kabristanlık, ulu servilerin gölgelediği manevi havasıyla insanı başka bir iklime götürüyor. Artık duanızı edip, Birgivi Hazretleri ve Birgi ile vedalaşabilirsiniz.