Bozulan Çevre ve Çözüm Arayışları
Evrendeki canlı veya cansız bütün varlıklar çevreleriyle sürekli bir ilişki ve etkileşim içindedir. Varlığın hareket yeteneği arttıkça bu ilişki kuvvetlenir ve çevresi onun adeta vazgeçemeyeceği bir parçası haline gelir. Çevresinin güzelliği onu sağlıklı ve mutlu kılarken, bozukluğu onun dünyasını karartır. Bitkiler ve hayvanlar, yaratılışlarında kendilerine verilen yetenek ve becerilerinin sınırlı oluşu sebebiyle çevrelerine ancak belirli bir ölçüde tesir edip değiştirebildikleri halde insanlar, gelişmelerinin sınır tanımayışı sebebiyle sonsuz diyebileceğimiz derecede çevre değişikliğine yol açabilirler. Bu değişiklik, eğer herhangi bir tabii afet veya saldırı sonucu tahrip edilmiş bir bölgenin imarı şeklinde gerçekleşirse, pek tabii ki olumlu ve yeryüzü hayatına hizmet edici bir faaliyettir. Bu tip aktiviteler herkes tarafından faydalı görülmüş ve bu güzel işleri yapan toplumların tarih sahnesinden silinip gitmelerinden sonra bile hayırla yâd edilmelerine sebep olmuştur. Gerek doğal kaynakları ele geçirip sömürmek için, gerekse de siyasi veya dini ilkelerini yaymak, ırksal veya etnik üstünlük elde etmek amacıyla yapılmış olsun, yıkıcı işgal hareketlerinde ise, kötü izlerini bugün dahi unutup silemediğimiz çevresel tahribatlar, bunları gerçekleştirenlere karşı topyekûn bir nefret uyandırmaya sebep olmuştur. Kısacası nesiller, çevreye yapmış oldukları hizmetlerle iyi, katliamlarıyla kötü bir şekilde anılırlar dersek hiç de haksızlık etmiş olmayız.
İnsan hareketlerinin bir dereceye kadar sınırlı oluşu sebebiyle bu yıkım 19. Yüzyıla kadar çok geniş çapta olmamış, ancak sanayi devrimiyle birlikte üretim patlaması, iş imkanlarının çokluğu sebebiyle şehirlere göç ve şehirleşmenin artması, ulaşım ağının genişlemesiyle trafiğin artması, tarımsal ürün miktarını arttırmaya yönelik gübreleme ve ilaçlama gibi sebeplerle çevre kirliliğinde büyük bir artış görülmüş, bazı bölgelerde geriye dönüşü imkânsız bozulmalar meydana gelmiştir. Tehlikeli gidişin çok kısa sürede insan sağlığını tehdit eder boyutlara ulaşması, bu probleme çözüm arayışlarını ve genel uzlaşma oluşumunu gündeme getirdi:
- 1987’deki “Ozon Tabakasını İncelten Maddelere İlişkin Montreal Protokolü”,
- 1994 yılında yürürlüğe giren Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi,
- 2005’te yürürlüğe giren iklim değişikliğine karşı Kyoto Protokolü benzeri anlaşmalarla kirletici emisyonlara ülkeler çapında sınırlamalar getirilmiştir.
Bu anlaşmalara
- 1964’te kabul edilen, tarihî yapıların korunması ve restorasyonuhakkında uluslararası bir çerçeve belirleyen Venedik Tüzüğü,
- 1973 yılında imzalanan 1978 yılında değiştirilen Denizlerin Gemilerden Kirlenmesini Önleme Uluslararası Sözleşmesi “MARPOL 73/78”,
- 1975’te yürürlüğe giren “Nesli Tehlike Altında OlanYabani Hayvan ve Bitki Türlerinin Uluslararası Ticaretine İlişkin Sözleşme” (CITES),
- 1978 yılında yürürlüğe giren ve Barselona Sözleşmesiolarak bilinen Akdeniz’in Kirliliğe Karşı Korunması Sözleşmesi,
- 1992 BM Rio Zirvesi’nde biyolojik çeşitliliğin mevcut ve gelecek nesillerin yararına korunmasını ve sürdürülebilir şekilde kullanılmasını hedef alan Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi,
- 1994’te imzaya açılan Kükürt Emisyonlarının Daha da Azaltılmasına Ait Uzun Menzilli Sınırlar Ötesi Hava Kirliliği Sözleşmesi “Hava Kirliliği-Kükürt 94”,
- 1996 da yürürlüğe giren Birleşmiş Milletler Çölleşmeyle Mücadele Sözleşmesi,
- Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesikapsamında, iklim değişikliğinin azaltılması, adaptasyonu ve finansmanı hakkında 2015 yılında imzalanan, 2016 yılında yürürlüğe giren Paris Anlaşması da eklenebilir.
Ancak günümüzde tüketim alışkanlıkları çevreyi hesaba katmayan bir biçimde şekillendiğinden, bu anlaşmalarla dünyamızın çevresel yenilenmesi uzun bir zaman alacaktır. Bu alışkanlıkların değiştirilmesi de pek kolay olmayacaktır. Çevre duyarlılığının artırılması konusunda medyaya ve gönüllü kuruluşlara büyük görevler düşmektedir. Kamuoyunun ilgi duyduğu bu konuda doğru bilgilendirilmesi, alternatif temiz teknolojiler ile en az kirleten imkanların en geniş biçimde duyurulup benimsetilmesi bu görevler arasındadır.