Çevre Bilinci ve Eğitim
Çevre bilinci ne kadar erken yaşlarda oluşursa o kadar verimli ve kalıcı olur. Bu bakımdan ebeveynlere büyük bir sorumluluk düşmektedir. Annenin, çocuğun yetişmesinde çok büyük bir rolü vardır. Yavrusuna çevreyi kirletmemek ve tabii, kültürel, tarihi varlıklara zarar vermemek, onları korumak gibi konularda örnek olmalı, nasihat etmeli, telkinde bulunmalıdır. Bu varlıkların bize birer emanet olduğu şuurunu yavrusuna benimsetmelidir. Bilindiği gibi çevreyi kirletme konusunda en büyük etkenlerden birisi aşırı üretim ve tüketim şeklinde tarif edebileceğimiz israf yani savurganlıktır.
Yüzyılımızda tüketim alışkanlıklarımızın ve yaşama tarzımızın değişmesi israfın artışında büyük rol oynamıştır. Çoğu faaliyetlerimizde daha fazla madde ve enerji sarfıyla daha az fayda temin ediyoruz. Bu yaşayış tarzına bir hayat kanunu gibi bağlanmışız, bırakamıyoruz. Yaya gidebileceğimiz yere otomobille gidiyor, merdiven çıkmak yerine asansör kullanıyoruz. Bunda plânsızlığımızın ve hayatı bir koşuşturmaya döndürmemizin de büyük bir payı var.
İsrafın her yönüyle önüne geçmeye çalışmalıyız. Bu hareketlerimizle çocuklarımıza da örnek olmalıyız. Gereksiz yanan lamba, damlatan musluk, yalıtımsız ısınma, düşüncesizce çöpe atılan kâğıt, teneke kutu ve cam ambalajlar kolayca önleyebileceğimiz savurganlıklarımızdır.
Sanayileşme ne yazık ki ekonomiyi ön plana alan, şehirleşirken çevreyi gözetmeyen, sadece kendini düşünen bir insan tipi ve toplum oluşturdu. Halbuki insanlar toplu halde yaşayan, diğerlerine karşı sorumlulukları olan, bu sorumlulukları yerine getirdiği durumlarda gerçek mutluluğu tadan varlıklardır. Kendi kabuğuna çekilmiş, çevreyle alakasını kesmiş, sadece maddi menfaat ilişkisi dışında başka bir irtibatı olmayan kişiler aslına bakılırsa yalnızlığın derin girdaplarında mutsuz bir hayat yaşamaktadırlar. Ruhen yüksek insanlar maddeten zayıf olsalar bile çevresine karşı son derece saygılı, karıncayı bile incitmekten çekinen başkalarını mutlu etmenin lezzetini tatmış kişilerdir.
Bu yüksek ruh haletini yavrularımızın da yaşaması konusunda en büyük görev önce anne-babaya daha sonra da öğretmenlere düşmektedir. Aslında milli yapımız ve dinimiz bu ruhun oluşması için gerekli argümanlara sahiptir. Yeter ki biz yaşayışımız ve okullarımızdaki eğitim planlarımızla bunları hayata geçirmeye gayret edelim. Yaşanır bir gelecek için elbirliğiyle çalışalım.
Okullarımızda çevre konusundaki örneklerin daha kalıcı ve tesirli olabilmesi açısından matematik Türkçe, fen bilgisi, din kültürü gibi derslerde çevreyle ilgili örnekler işlenmelidir. Mesela matematik dersinde
-Hava kirliliğini meydan getiren kaynakların yüzdeleriyle ilgili örnekler,
-Bir göle veya akarsuya verilen zehirli atıklarla ölen canlıların sayısıyla ilgili örnekler,
-Nükleer radyasyonun etkileme yarıçapıyla ilgili örnekler ve devamla,
-Türkçe-Edebiyat kitaplarında; çevre konulu makaleler,
-Fen bilgisi kitaplarında; enerji-çevre ilişkilerinin ayrıntılı incelendiği konular,
-Biyoloji kitaplarında; biyo-indikatörler, biyolojik mücadele, organik tarım gibi konular ve çevre kirliliğinin canlılar üzerindeki etkileri ayrı konular halinde bulunmalıdır.
Çevre Bilgisi ayrı bir ders olarak müfredat programına alınmalıdır. Bu ders gezilerle desteklenmeli, çevrenin tahrip edildiği yerlere öğrenciler götürülerek zararları yaşanmış şekilde benimsetilmelidir. Çözüm yollarının tartışılması için öğrenciler belediye başkanlarına götürülerek soru sormaları sağlanmalıdır.
Okulların çevre dergilerine abone olmaları sağlanmalı, bu dergilerin okunmasını teşvik için bunlardaki konularla ilgili ödevler verilmelidir.
Aile, okul, devlet ve gönüllü kuruluşların iş birliğiyle yeni yetişecek nesilleri çevre konusunda daha bilinçli, duyarlı ve aktif hale getirebiliriz.