ÇEVRE PROBLEMLERİNDE İNSANÎ BOYUT
Çevre Problemlerinde İnsani Boyut
Prof. Dr. Zafer Ayvaz
İnsanî boyut düşünülmeden çevre problemlerinin kalıcı olarak çözülemeyeceği bilimsel olarak kabul edilen bir husustur. Çevre sorunlarının bu derece girift ve çözümü zor bir aşamaya gelmesi, çevre bilimcilerin araştırma konuları içine sosyal, felsefî ve ahlaki değerlerin girmesini zorunlu hale getirdi. Çevre krizinin kökeninde insan davranışları olduğu için bu kaçınılmazdı. Problemin köküne inildiğinde yanlış davranış biçimleri ve bunlara yol açan hatalı değer ve inanç sistemlerinin bulunduğunun geç de olsa fark edilmesi olumlu bir gelişmedir. Yeryüzünde insanı, bütün yaşamı tehdit eden bir tür haline getiren beşerî değer sistemlerinin sorgulanmasının zamanı çoktan gelmiştir ve belki de geç kalınmıştır.
Değerler, inançlar ve insan davranışı
İnsan davranışının temelinde değerler ve inançlar yatar. Çevreyi tahrip edici davranışları değiştirmek istediğimizde, bu davranışlara sebep olan değer sistemlerini gözden geçirmemiz gerekir. Bunu yapmak için de ahlâk ve felsefe araştırmalarına, bilhassa bu ilim dallarının insanın kendi dışındaki doğal dünyayla ilişkileriyle ilgili kısımlarındaki araştırmalara yönelmek gerekir. Yoksa değerlerimizde kökten değişiklikler yapmadan dünyamızın insan hayatı için uygun bir platform olarak devam edeceğini söyleyemeyiz.
Enerji ve çevre krizleri ile ilgili değer ölçülerine yönelişteki isteksizliğimizin temelinde bilinmeyen ve aşina olmadığımız şeylere karşı insandaki bir çeşit korku yatmaktadır. İnsan için, alışageldiği sosyal ilişkiler, ticari sistem ve hayat tarzında meydana gelecek çok büyük veya çok hızlı değişikliklerin ürkütücü olması sürpriz sayılmamalıdır.
İşe başlama noktası değerler ve hedefler sistemimizi aydınlatma olmalıdır. Bunu yaparken karşılaşacağımız en büyük problem ise şüphe yok ki dünyamızın hayat-destek sisteminin tahribine doğrudan katkıda bulunan Batı sosyo-ekonomik sisteminin kendine has yapısıdır. Alışılagelmiş, her zamanki haliyle devam eden iş hayatı adeta bir ahlâk halini almıştır ve değişikliğe uğramadığı takdirde bu tahribin sorumlusu da o olacaktır. Julia Fields bunu şöyle veciz bir şekilde ifade ediyor: “Biz dünyamızı adeta son nesilmişiz gibi kullanıyoruz.” Bu durumda, çevreyi korumak, zararları en aza indirgemek ve en yüksek sosyal duyarlılığı sağlamak için gereken sosyal ve bireysel davranışları destekleyecek bir ahlâkî çerçeveyi belirlemek ve sisteme bağlamak, enerji ve çevre reformu hareketinin ana gayesi olmalıdır. Bu değişimin etkili olabilmesi için hızlı, geniş çapta kabul gören ve sürdürülebilir olması da gerekir.
Sevindiricidir ki bu konuda son zamanlarda daha fazla çalışmalar yapılmakta, kitaplar yayınlanmakta, dersler verilmekte ve bilimsel topluluklar bu konuya yönelmektedirler. Thomas Berry, bu konuyla ilgili geniş bir kaynakça yayınlamıştır. Şurası muhakkaktır ki bazı yüksek gelir düzeyindeki kişiler, daha düşük bir hayat standardında yaşamalarına rağmen mutluluk içindedirler. Öyleyse kişinin birim zamanda tükettiği mallar ve hizmetler toplamı olarak tanımlayabileceğimiz yaşama standardının yüksek oluşu mutluluk için yegâne şart değildir. Öyleyse bize düşen, genel kabul edilebilir bir hayat standardında yaşamaya yöneltecek prensipler ve bunların sonucunda ortaya çıkacak davranış kurallarına sahip olmaktır. “To live better with less” yani “daha az şeyle, daha iyi yaşama” şeklinde ifade edebileceğimiz bu hayat tarzı M.Ö 3. Yüzyılda Epikür tarafından da dile getirilmiştir. Bugün artık gayet açık bir şekilde ortaya çıkmıştır ki, kısa vadeli kazançlarımızı her şeye rağmen maksimize etmek, geleceğimizi tahrip etmekle eşdeğerdir.